17 Yaşındaydım, Hayatımı Soldurdular!

Keşke bu yazıyı yazmak zorunda kalmasaydım ama bölgemizin adet ve gelenekleri yüzünden onlarca kızımız bu acıyı yaşıyor…
Bu acıların bir daha yaşanmaması için kaleme alınmıştır..
Not: Bu yazı gerçekten 17’sinde hayatına kıyan bir kızımızın ardından yazılmıştır…

17 Yaşındaydım, Hayatımı Soldurdular!

Daha 17’sine yeni basmıştım, çocuk sayılacak yaştaydım. Kimliğimde her ne kadar 21 yazsa da, ben aslında 17 yaşındaydım…

Ne olduysa o yaşta oldu. Beni evlendirmek istediler, daha kucağımda oyuncak bebek taşırken, benden anne olmamı beklediler. Ben bebektim, nasıl anne olabilirdim? Ne yaptıysam, ne söylediysem sesimi kimseye duyuramadım.

Çığlık attım, anneme yalvardım. Ama annem, “Baban kararını vermiş, geri dönüş yok,” dedi. Çaresizlik içinde ya bana biçilen bu hayatı kabul edecektim, ya da istemediğim bu hayata son verecektim…

Oysa önümde yaşamam gereken çocukluğum, gençliğim ve koskoca bir hayatım vardı. Ama bırakmadılar. Henüz 17 yaşımda bana bir rol biçtiler…

Kendi hayatına son vermek öyle kolay değildir. Elleriniz titrer, kanınız hızla akar ve kalbiniz patlayacak gibi olur. Ben bu oyunu bozmalıydım. Kendime ve benim gibi binlerce küçük kıza biçilen bu hayatı sonlandırmalıydım.

Silahı elime alırken, kısacık 17 yılım gözlerimin önünden geçti. Ne kadar az yaşamışım, ne çabuk solmuşum, diye düşündüm. Oysa dışarıda bahar vardı, yaşıtlarım yeşillikler arasında oyun oynuyordu. Ben ise hayatta kalmak ya da yok olmak arasında bir karar vermeye çalışıyordum.

Bana başka bir yol bırakmamışlardı. Ya biçilen hayatı kabul edecektim, ya da bu hayata son verecektim. Bu hayata son vermek benim elimdeydi, ama 17 yaşında evlenmek benim iradem dışında gelişmişti. Her iki seçenek de benim için yok oluştu: biri anında, diğeri ise yıllarca sürecek bir acıyla.

Ayaklarım yavaşça yürüdü, duvarda asılı duran babamın pompalısına… Ellerim titremeye, kalbim hızla atmaya başladı. “Çaren yok,” dedim kendime, “Sana başka bir yol bırakmadılar.”

Her şey bir anda olacaktı, ve yaşamadığım hayat sona erecekti. Birden annem ve babam gözümün önüne geldi, gözlerim yaşlarla doldu. Üzüleceklerdi, ağlayacaklardı ve bir ömür boyu vicdan azabı çekeceklerdi. Ama beni dinlemediler, yalvarışlarıma, çığlıklarıma kulak asmadılar. Daha dün bana “bebeğim” diyen babam, bugün bana beyaz gelinliği giydirmek istiyordu.

Babacığım, anneciğim… Sizleri üzeceğim ama bana başka çare bırakmadınız.

Gözlerim yaşlar içinde, önce şiddetli bir ses, sonra göğsümde bir sıcaklık hissettim. Ve bir acı… Kalp acısı ve vicdan acısı kadar değilse de, içim dışıma çıkmış gibiydi. Yere yığıldım. Acıyı hissetmiyordum artık, sadece gözlerim doluydu. En son hatırladığım şey, annemin başımda çığlıklar attığıydı.

Ah be annem, ah be babam… Keşke kalp acısı çektiğim zaman bu acımı hissetseydiniz. Keşke o zaman “kızım” diye seslenseydiniz. İş işten geçtikten sonra mı fark ettiniz?

Bu çığlığım, benden sonra kız çocuklarının gelin olmaması içindi. Ağzı süt kokan çocukların, kendi çocuklarını emzirmemesi içindi. Ben gittim bu hayattan, yaşamadan soldum. Bari benden sonra kalanlar solmasın, çocukluğunu, gençliğini doya doya yaşasın!

Ben kim miyim?
O da bende kalsın…

Mevlüt Bayraktar / Siverek

04.06.2023