28 Şubat Süreci: Başörtülü Kadınların ve Toplumun Derin Yaraları
Türkiye'nin yakın tarihine damgasını vuran olaylardan biri olan 28 Şubat 1997, “post-modern darbe” olarak adlandırılan süreç, Türk demokrasisinin, bireysel özgürlüklerin ve özellikle dini yaşam tarzına sahip insanların ağır baskılara maruz kaldığı bir dönem olarak hafızalarda yer etmiştir. Bu sürecin en büyük mağdurlarından biri, kuşkusuz başörtülü kadınlar olmuştur. Başörtüsü, bu süreçte yalnızca dini bir sembol olmanın ötesine geçerek, Türkiye'deki laiklik tartışmalarının merkezine oturmuş ve toplumsal kutuplaşmanın simgesi haline gelmiştir.
28 Şubat Sürecinin Dinamikleri
28 Şubat süreci, 1997 yılında Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) aldığı kararlarla başladı. Bu süreç, Refah Partisi’nin iktidarda olduğu dönemde, laiklik karşıtı faaliyetlerin arttığı iddiasıyla askeri ve bürokratik çevrelerin baskısıyla, hükümete karşı geniş çaplı bir müdahaleye dönüştü. MGK, hükümete çeşitli baskılar uygulayarak, özellikle dini temelleri olan sembol ve uygulamaların kamusal alandan tamamen çıkarılmasını talep etti.
Başörtüsü, bu dönemde yoğun bir şekilde tartışma konusu oldu. Özellikle üniversitelerde ve kamusal alanda başörtüsüne yönelik yasaklar sert bir şekilde uygulanmaya başlandı. Bu yasaklar, başörtülü kadınların eğitim hakkından mahrum bırakılmasına, işlerinden kovulmasına ve sosyal hayattan dışlanmasına neden oldu. Başörtüsü, adeta bir suç unsuru gibi görülmeye başlandı.
Başörtülü Kadınların ve Öğrencilerin Mağduriyeti
28 Şubat sürecinde en büyük mağduriyeti başörtülü kadınlar ve öğrenciler yaşadı. Üniversitelerde başörtülü öğrencilerin eğitim hakları engellendi, binlerce öğrenci okullarından uzaklaştırıldı. Başörtüsü yasağı, yalnızca üniversitelerle sınırlı kalmadı; kamu kurumlarında çalışan başörtülü kadınlar da ciddi baskılara maruz kaldı. Birçok kadın, başörtüsü taktığı için işinden oldu ya da istifa etmek zorunda kaldı.
Bu süreç, başörtülü kadınları toplumun dışına itmekle kalmadı; aynı zamanda onların psikolojik, sosyal ve ekonomik olarak da derin yaralar almasına neden oldu. Eğitim hayatına devam edemeyen ya da işinden olan kadınlar, bir yandan kimlikleriyle ilgili sorgulamalar yaşarken, diğer yandan toplum içinde "ötekileştirilen" bireyler haline geldi. Bu durum, toplumda derin bir kutuplaşmanın tohumlarını ekti.
Diğer Zarar Gören Kurumlar ve Toplumsal Yapı
28 Şubat süreci sadece başörtülü kadınları değil, birçok kurumu ve toplumsal yapıyı da olumsuz etkiledi. Bu dönemde imam hatip liseleri, Kur'an kursları ve dini cemaatler yoğun baskılara maruz kaldı. İmam hatip liselerine yönelik katsayı uygulaması, bu okullardan mezun olan öğrencilerin üniversiteye girişini neredeyse imkansız hale getirdi. Bu durum, dini eğitim almak isteyen gençlerin önünde ciddi bir engel oluşturdu.
Süreç, aynı zamanda medya ve sivil toplum kuruluşları üzerinde de büyük bir baskı yarattı. Dini değerlere sahip çıkan medya organları, yoğun bir şekilde hedef alındı; kapatılan gazeteler, kovulan gazeteciler ve sansür uygulamaları bu dönemde sıkça görüldü. Ayrıca, birçok sivil toplum kuruluşu da "irticai faaliyetler" bahanesiyle baskı altına alındı ve kapatıldı.
Toplumun geniş kesimleri, 28 Şubat sürecinde yaşanan baskılar nedeniyle sessiz kalmak zorunda kaldı. Bu sessizlik, bir yandan baskıdan duyulan korkuyu, diğer yandan ise toplumsal yapıda derinleşen çatlakları yansıtıyordu.
Günümüzde Başörtüsünün Geldiği Nokta
28 Şubat sürecinden yıllar sonra, Türkiye’de başörtüsü konusu önemli bir dönüşüm yaşadı. 2000’li yılların ortalarından itibaren, başörtüsü yasağına karşı toplumsal ve siyasi tepkiler artmaya başladı. Özellikle 2010’lu yıllarda AK Parti hükümetinin attığı adımlar sayesinde, başörtüsü yasağı kamu kurumlarında, üniversitelerde ve Meclis’te kaldırıldı. Bu gelişmeler, başörtülü kadınların kamusal alanda varlık göstermesinin önündeki engelleri büyük ölçüde ortadan kaldırdı.
Bugün, Türkiye’de başörtüsü takan kadınlar, eğitimden iş hayatına kadar pek çok alanda serbestçe yer alabiliyor. Bu, 28 Şubat sürecinde yaşanan mağduriyetlerin telafisi anlamına gelirken, aynı zamanda toplumsal uzlaşmanın da bir sembolü haline geldi. Ancak, geçmişte yaşanan derin yaraların tamamen sarıldığını söylemek zor. 28 Şubat’ın travmaları, birçok insanın hafızasında hala taze ve bu süreçte mağdur olanların yaşadıkları unutulmuş değil.
28 Şubat süreci, Türkiye’nin demokratikleşme ve bireysel özgürlükler konusunda kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu göstermiştir. Başörtülü kadınların ve öğrencilerin maruz kaldığı baskılar, toplumun geniş kesimlerinde derin izler bırakmıştır. Günümüzde başörtüsü konusunda sağlanan özgürlükler, bu yaraların bir nebze de olsa sarılmasına yardımcı olmuştur. Ancak bu süreç, Türkiye’nin laiklik, din ve özgürlükler arasındaki dengeyi yeniden düşünmesi gerektiğini de ortaya koymuştur.
Türkiye, 28 Şubat’ın derslerinden yola çıkarak, bir daha benzer mağduriyetlerin yaşanmaması için daha kapsayıcı, hoşgörülü ve özgürlükçü bir toplum inşa etme yolunda adımlar atmalıdır. Toplumun tüm kesimlerinin eşit haklara sahip olduğu, bireylerin inançları ve yaşam tarzları nedeniyle dışlanmadığı bir Türkiye, 28 Şubat’ın yarattığı travmaları geride bırakmak için en önemli adımdır.