“Yüreğimizde Küllenen Çığlıklar”
Dün, gözlerimin önünde bir cehennem parçası yaşandı. Gazze’nin ortasında, Deyr el-Belah’taki o hastane bahçesinde, çaresizliğin ve acının soğuk yüzüyle bir kez daha karşılaştım. Masumların, çaresiz insanların hayata tutunma çabasıyla kurdukları derme çatma çadırlar, aniden alev aldı. Alevler yükseldi, gökyüzü birdenbire karardı. Ateşin dili sessizdi ama bağırışlar, feryatlar kulaklarımdan gitmiyor. O an hiçbir şey yapamadım. Ellerim bağlı, yüreğim paramparça, çaresizce izlemekten başka bir şey gelmedi elimden.
Gözlerimle gördüm, insanları diri diri yutan o kızgın alevleri. Birkaç adım ötemdeydi çocuklar, anneler, babalar… Ellerim uzansa tutabilirdim, onları kurtarabilirdim belki. Ama yangın öylesine büyüktü ki nefesim dahi yetmedi, adımlarım geri geri gitti. “Vallahi kimse bir şey yapamadı,” dedi bir yangını gören şahit. Hepimiz aynı acıyla donakalmıştık. Yüreğimin her köşesi bu çaresizlikle doldu, hayatım boyunca taşıyacağım bir acıyla. Onları alevlerden alamadık.
Bugün gördüğüm her şey, hatıralarımda kapanmaz bir yara olarak kalacak. O çocukların çaresizce alevlere teslim oluşu, annelerin son bir kez evlatlarına sarılma çabası… Bu sahneler, hafızamın en karanlık köşesine kazındı. Bu yangını unutmak mümkün değil; nasıl olur ki, nasıl unutulur bir insanın alevler arasında kayboluşu?
İsrail, katliamlarına doymadı. Daha önce de bombaladı bu çadırları, yedi kez! Masum insanlar her defasında yeniden ayağa kalktı, ama bu kez… Bu kez yalnızca kül oldular. Deyr el-Belah’ta yaşananlar sadece bir saldırı değil, bir insanlık trajedisiydi. Bir milletin, masum bir halkın dünyaya haykırışıydı. Ama kimse duymadı. Kimse onları kurtaramadı.
Çaresizlik ağır bir yüktür! Bu yangının alevleri yalnızca çadırları değil, kalplerimizi de yaktı. Geriye sadece o küllerin acısı kaldı…