Zulüm ve Kayıp Zamanlar
Kahrol ey zulüm!
Ben Beşir… Daha 18 yaşındaydım. Bıyıklarım yeni terlemiş, kalbim hayatın sonsuz ihtimalleriyle çarpıyordu. Geleceğe dair umutlarım vardı; üniversite okuyacak, insanlığa faydalı bir birey olacaktım. Büyük hayallerim vardı; annemin gözlerindeki gururu görmek, babamın sırtımı sıvazlayıp “Aferin oğlum” dediğini duymak istiyordum.
Ama hayat, zalim yüzünü bir anda gösterdi. Ürdün’den daha iyi bir eğitim için Şam’a gittim. Oysa orada beni bekleyen şey eğitim değil, karanlığın en derin haliydi. Zulüm, ete kemiğe bürünmüş, insan kılığına girmişti. Beni yakaladı, hayallerimi elimden aldı, bedenimi çürüttü. Gençliğim o zindanların soğuk duvarları arasında ezildi.
Tam 38 yıl… Dile kolay. Ömrün yarısı kadar, koca bir ömrün 38 yılı… Ölmek istedim, ama ölüm bile bana çok görüldü. Ölümün bile lüks olduğu o karanlık hücrede her gün ölümü yaşadım. Her sabah yeniden doğar gibi uyanıp, aynı işkencelerin, aynı umutsuzluğun içinde tekrar tekrar öldüm.
Zulüm… İnsan ruhunun en karanlık haliydi o. Kalbinin içindeki sevgiyi, vicdanını, insanlığını söküp atanların yarattığı bir canavardı. Sednaya Cezaevi… O isim bile insanın kanını dondurmaya yetiyor. Orası, insanlığın yok edildiği, umutların ebediyen gömüldüğü yerdi. Güneşi görmeden geçen yıllar… Her adımda çığlıklar, her duvarda acının izleri…
Annemin sıcaklığını unuttum orada. Babamın sesini duymayalı bir ömür geçti. Onlara ne oldu, biliyor muydu beni özlediklerini? Yaşıyorlar mıydı, yoksa onlar da bu zalim dünyanın kurbanlarından mıydı? Hiçbir şey bilmiyordum. Sadece hayal edebiliyordum: Annem dualarında hâlâ adımı anıyor mu? Babam hâlâ göğe bakıp beni bekliyor mu?
Zaman, orada akmıyordu. Saatler, günler, yıllar birbirine karışmıştı. Çürüyen bedenimle, tükenen ruhumla bir köşede oturur, öylece beklerdim. Beklemek… Bazen kurtuluşu, bazen de cehennemin bitmeyen bir döngüsünü beklemek… İnsan, beklemekten yorulur mu? Yoruldum. Ama başka çarem yoktu.
38 yıl sonra çıktığımda, artık ne hayallerim kalmıştı ne de gençliğim. Gözlerim, dünyanın ışığına alışamadı; kulaklarım, insanların sesine yabancı kaldı. Beni kurtardılar, ama kim olduğumu zindanın içinde bırakmışlardı.
Bugün buradayım. Yaşıyorum, ama yaşamıyorum. O günlerden arta kalan bir enkazım. Yine de, içimde bir nefret ateşi yanıyor. Bu ateş, beni hayatta tutuyor. Kahrol ey zulüm! İnsanlık, senin karanlık yüzünü bir daha asla unutmamalı. Çünkü benim gibi nice Beşir, nice umut ve hayal, senin ellerinde ezildi.
Zulüm, bir insanın kalbinde filizlenebilir, ama insanlık bir gün mutlaka kazanacak. Bu karanlık günlerin ardından, adaletin ışığı yükselecek. Ama benim için çok geç. Çünkü benim gençliğim, 38 yıl boyunca dört duvar arasında çürüdü.
Mevlüt Bayraktar / SİVEREK
17.12.2024