Ebabillerin İntikamı Bir Gün İsrail’i de Vurur!

SİVEREK 02.10.2024 - 16:02, Güncelleme: 02.10.2024 - 16:04
 

Ebabillerin İntikamı Bir Gün İsrail’i de Vurur!

Yazarımız Mevlüt Bayraktar yazdı
Kabe’nin gölgesinde her şeyin sonu gelir gibi bir sessizlik vardı o sabah. Gökyüzü, tufanı beklercesine ağır, taşlaşmış bir bulut örtüsüyle kaplıydı. Yemen’den yola çıkan devasa bir ordu, zırhlı fillerin gölgeleri altında ilerliyordu. Ebrehe, görkemli Kulleys’in hakarete uğramasının öfkesiyle, sanki intikam ateşiyle yürüyordu. Kudretli ordusu, Mekke’ye doğru ilerlerken gözlerinde zaferin parıltısı, dilinde nefret dolu bir sözcük yankılanıyordu: Kâbe’yi yıkmak. Onun peşine düşen rüzgâr, göçebe insanların, koyun sürülerinin, deve kervanlarının dualarını taşıyordu. Yıkılacak olan sadece bir yapı değildi; bin yılların mirası, Allah’ın eviydi. Fakat Mekke halkı suskun, çaresizdi. Kureyş’in lideri Abdülmuttalib, köhne şehir sokaklarında boynu bükük develerini geri almak için Ebrehe’nin huzuruna çıktığında, ona gözleriyle değil, kalbindeki sessiz güvenle konuştu: “Ben develerimin sahibiyim, Kâbe’nin de onu koruyacak bir sahibi var,” dedi, inancın kudretiyle dolu bir sesle. Kabe’nin sahibi... O’nun kudreti yakındı, fakat henüz hiçbir işaret yoktu. Mahmud isimli dev fil, ordunun önünde titrek adımlarla Mekke’ye girmeye çalışırken bir anlığına zaman durdu. Nüfeyl b. Habib’in fısıltıları filin kulağına karıştı: ‘Çök, Mahmud, geri dön, bu evin sahibine karşı ilerleme… Ve işte o an. O sessiz an. Ebabillerin kanat çırpışları semayı yardı. Sanki bulutlardan inen ilahi bir ordu gibiydiler. Her biri, gagalarında ve pençelerinde taşıdıkları minicik taşlarla dünyaya adaleti getiriyordu. Taşlar, insan gözüyle belki de basit birer kaya parçasıydı, ama o gün gökten yağarken orduları delip geçen, kemikleri parçalayarak toprağa karışan mucizevi kurşunlara dönüşmüşlerdi. Her biri Ebrehe’nin ordusuna, zulmünü göklere yazan birer adalet fermanı gibiydi. Zulüm, bu küçücük taşların altında eziliyordu. Ebrehe’nin fil ordusu dağılmak zorunda kaldı, yollarına devam edemediler. O heybetli ordu, ebabillerin küçük kanatlarının gölgesinde yok oldu. Bu manzara, her bir kuşun uçuşunda adeta çağlar öncesinden bir yankı gibiydi: “Adaletsizlik sonsuza kadar süremez. Zulmün bir sonu vardır.” Ve belki de, bir gün aynı ebabiller, İsrail’in taş üstünde taş bırakmadığı topraklara doğru da uçacak. O gün, gökyüzü yine tanıklık edecek, adaletin ebabillerin kanatlarında taşındığına. Gökyüzünden inen adaletin, zalimleri delip geçtiği, mazlumların yüreklerine umut taşıdığı bir gün... Ve o gün mazlumların bayramı olacak… Mevlüt Bayraktar / SİVEREK
Yazarımız Mevlüt Bayraktar yazdı

Kabe’nin gölgesinde her şeyin sonu gelir gibi bir sessizlik vardı o sabah. Gökyüzü, tufanı beklercesine ağır, taşlaşmış bir bulut örtüsüyle kaplıydı. Yemen’den yola çıkan devasa bir ordu, zırhlı fillerin gölgeleri altında ilerliyordu. Ebrehe, görkemli Kulleys’in hakarete uğramasının öfkesiyle, sanki intikam ateşiyle yürüyordu. Kudretli ordusu, Mekke’ye doğru ilerlerken gözlerinde zaferin parıltısı, dilinde nefret dolu bir sözcük yankılanıyordu: Kâbe’yi yıkmak.

Onun peşine düşen rüzgâr, göçebe insanların, koyun sürülerinin, deve kervanlarının dualarını taşıyordu. Yıkılacak olan sadece bir yapı değildi; bin yılların mirası, Allah’ın eviydi. Fakat Mekke halkı suskun, çaresizdi. Kureyş’in lideri Abdülmuttalib, köhne şehir sokaklarında boynu bükük develerini geri almak için Ebrehe’nin huzuruna çıktığında, ona gözleriyle değil, kalbindeki sessiz güvenle konuştu:

“Ben develerimin sahibiyim, Kâbe’nin de onu koruyacak bir sahibi var,” dedi, inancın kudretiyle dolu bir sesle.

Kabe’nin sahibi... O’nun kudreti yakındı, fakat henüz hiçbir işaret yoktu. Mahmud isimli dev fil, ordunun önünde titrek adımlarla Mekke’ye girmeye çalışırken bir anlığına zaman durdu. Nüfeyl b. Habib’in fısıltıları filin kulağına karıştı: ‘Çök, Mahmud, geri dön, bu evin sahibine karşı ilerleme…

Ve işte o an. O sessiz an. Ebabillerin kanat çırpışları semayı yardı. Sanki bulutlardan inen ilahi bir ordu gibiydiler. Her biri, gagalarında ve pençelerinde taşıdıkları minicik taşlarla dünyaya adaleti getiriyordu. Taşlar, insan gözüyle belki de basit birer kaya parçasıydı, ama o gün gökten yağarken orduları delip geçen, kemikleri parçalayarak toprağa karışan mucizevi kurşunlara dönüşmüşlerdi.

Her biri Ebrehe’nin ordusuna, zulmünü göklere yazan birer adalet fermanı gibiydi. Zulüm, bu küçücük taşların altında eziliyordu. Ebrehe’nin fil ordusu dağılmak zorunda kaldı, yollarına devam edemediler. O heybetli ordu, ebabillerin küçük kanatlarının gölgesinde yok oldu.

Bu manzara, her bir kuşun uçuşunda adeta çağlar öncesinden bir yankı gibiydi: “Adaletsizlik sonsuza kadar süremez. Zulmün bir sonu vardır.”

Ve belki de, bir gün aynı ebabiller, İsrail’in taş üstünde taş bırakmadığı topraklara doğru da uçacak. O gün, gökyüzü yine tanıklık edecek, adaletin ebabillerin kanatlarında taşındığına. Gökyüzünden inen adaletin, zalimleri delip geçtiği, mazlumların yüreklerine umut taşıdığı bir gün...
Ve o gün mazlumların bayramı olacak…
Mevlüt Bayraktar / SİVEREK

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve habersiverek.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.