Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, Recai Dest'te konakladığımız yerden Alamut Kalesi'ne gitmek üzere yola çıktık. Yerel halk, kalenin civarında köyler olduğunu ve kahvaltının oralarda yapılabileceğini söylemişti. Biz de kahvaltımızı kalenin yanında yapacak şekilde yola koyulduk. Önümüzde 60 kilometrelik bir yol vardı, ancak bu mesafe 3 saat sürüyordu. Bulunduğumuz bölge, sıra sıra dağlarla çevriliydi. Bu dağların arasından bir nehir akıyor ve düzlük alanlar yerleşim yerlerine ev sahipliği yapıyordu. Burası tam anlamıyla kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdi. İlk sıra dağları dün aşmıştık, şimdi ikinci sıra dağlar bizi bekliyordu. Yolculuk zor olacaktı, fakat sabahın ışığında Alamut Kalesi'ni, Hasan Sabbah’ın stratejilerini yaptığı, planladığı mekanı görmek beni tarifsiz bir heyecana sürüklüyordu.
Şoförümüz ve aynı zamanda rehberimiz olan Kadir Abi, arabasına yakıtını doldurdu ve yola koyulduk. İkinci sıra dağlar, ilk sıra dağlardan daha yüksek ve yolları daha kıvrımlıydı. Hızımız saatte 20 kilometreyi zar zor buluyordu, bazı yerlerde araba yokuş çıkmakta zorlanıyordu. Şoförümüz şaşkınlıkla, "50 yaşıma geldim, İran’dayım, bu bölgelere hiç gelmedim. Siz hangi akıl ve mantıkla buraya geliyorsunuz, anlamıyorum," diye söyleniyor, arada hayıflanıyordu. Biz de şakalaşıyorduk: "İleride bir tarihte buraya yeniden gelirsek, bizi buraya tekrar getirir misin?" dediğimizde, "Yok vallahi, gelmem!" diye karşılık veriyordu.
Yolculuğumuz devam ederken, bu gizemli kaleyi görmek için duyduğumuz heyecan her an artıyordu. Yüzyıllar önce insanların bu izbe yerleri nasıl keşfedip burada yaşamaya karar verdiklerini düşünüyorduk. Hangi akıl ve mantıkla bu kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere yerleşmişlerdi? Bu sorular zihnimizde dönüp dururken, kıvrımlı yolları aşıp ilerliyorduk. 60 kilometrelik yolun neden 3 saat sürdüğünü anlamıştık. Dağların arasında, yeşil alanlarda kurulmuş küçük köyler, yerleşim yerleri dikkatimizi çekiyordu. Yaklaşık iki saatlik bir yolculuktan sonra kalabalık bir kasabaya ulaştık. Burada ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra yola devam ettik. Ancak hala Alamut Kalesi'ne ulaşamamıştık, bu da heyecanımızı daha da artırıyordu.
Tam üç saat sonra, bir kaya üzerinde kartal yuvası gibi inşa edilmiş olan Alamut Kalesi uzaktan görünmeye başladı. Bu ürkütücü ihtişam, kalenin gücünü ve gizemini adeta haykırıyordu. Araba ilerledikçe, Hasan Sabbah'ın insanları "cennet bahçeleri" olduğuna inandırdığı yeşil alanlar ve bahçeler de görünmeye başladı. Ancak bu manzaranın en etkileyici hali, kaleden izlenecekti. Kalenin zirvesine çıkarak bu manzaraya tanıklık edecektik; tarihin derinliklerinde Hasan Sabbah'ın izlerine dokunacaktık.
Okuduğumuz kitaplarda, sultanlara ve krallıklara korku salan haşhaşilerin kalesi tam karşımızdaydı. Büyük bir kaya üzerinde yükselen bu kale, aşağıda Hasan Sabbah’ın cennet bahçelerine bakıyordu. Ancak kaleye arabayla çıkmak mümkün değildi; dik bir yamaçtan bir buçuk saatlik bir yürüyüş gerekiyordu. Üç saati aşkın bir yolculuktan sonra kalenin eteğine vardık. O büyüleyici ve esrarengiz yapı karşımızdaydı.
Kaleye çıkmadan önce, arabamızı güzel ve şirin bir otelin önüne park ettik. Hem yemek yenilebilir hem de konaklanabilirdi burada. Aslında bu otelin varlığını bilmiyorduk; bilseydik, kendimizi zorlar ve akşamdan buraya ulaşır, gece burada kalırdık. Sessiz, huzur verici bir ortamı vardı. Hasan Sabbah’ın bahçelerinden birinde, büyük ağaçların altında kurulmuş çardaklarda kahvaltı yapmak, bu huzur ortamını solumak insana bambaşka bir his veriyordu. Oteli işleten kadın oldukça nazikti. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize ayrı bir özen gösterdi. İran’da Türkiye’den gelenlere bu kadar değer verilmesi beni İran’a ayak bastığım ilk günden beri şaşırtıyordu zaten.
Alamut Kalesi'ni ziyaret etmeyi planlayanlara, kalenin ihtişamlı ve sessiz havasında burada bir gece kalmalarını, yöresel kahvaltı ve yemeklerini tatmalarını tavsiye ediyorum. İşletmecinin hazırladığı yöresel kahvaltıyı arkadaşlarla yedikten sonra saat 12 civarıydı. Arabayı orada bırakıp, yürüyerek kaleye çıkmak üzere yola koyulduk. İşletmeci kadın, kaleye bir saatte çıkabileceğimizi söyledi, ancak biz "yarım saate varırız" dedik. Kaleye çıkmak için bir ücret alınıyordu. Biz beş kişiydik ve toplamda 250 tümen, yani yaklaşık 200 TL ödedik. Kalenin ve bahçelerin büyüsü, daha fişi aldığımız noktadan itibaren kendini hissettirmeye başlamıştı.
Yüksek dağlardan akan soğuk suyun sesi dikkatimi çekti. Biraz yürüdükten sonra, kaleye çıkmak için yapılmış dik merdivenler karşımıza çıktı. Merdivenler öylesine dikti ki, birkaç dakika yürüdükten sonra dizlerimiz ağırlaşmaya, nefesimiz kesilmeye başladı. Grubumuzdaki Muhsin Abi, "Arkadaşlar, diyafram nefesi alın, böylece ciğerleriniz zorlanmaz" dedi. Diyafram nefesi, burundan hızlıca nefes alıp karnı şişirmek ve yine burundan nefesi geri vermekti. Biraz rahatlama sağladı ama tırmandıkça özellikle sol bacağımda ağırlık hissi artıyor, dizlerim titremeye başlıyordu.
Bu tırmanışı hayatımda hiç deneyimlememiştim. Ne Nemrut ne de başka bir yer böylesine zorluydu. Avrupalıların bu kaleye "Kartalların Kalesi" demesi boşuna değildi. Gerçekten de yalnızca kartalların erişebileceği bir yerdi. Yaklaşık 50 metre merdiven çıktıktan sonra nefes nefese kaldık ve beş dakika dinlenme molası verdik. Sonra tekrar yola koyulduk. Biz çıkarken etrafta pek kimse yoktu, ama ara sıra inen birkaç kişi oluyordu.
Kalenin inşa edildiği devasa kaya parçasının dibine ulaştığımızda bir kez daha mola verdik. Uzun zamandır bu denli dik bir yokuşa tırmanmamıştım. Hatta böyle bir tırmanışı hayatımda hiç yapmamıştım! Ama çıkarken bir yandan video çekiyor, bir yandan da şakalaşıyorduk; gülüp eğleniyorduk. Alamut Kalesi'ni görmek için iki günümüzü feda etmek ve bu zorlu tırmanışı yapmak buna değer miydi? Bunun cevabını almak için zirveye ulaşmak gerekiyordu. Ama hem benim hem de arkadaşlarım için buna değerdi.
Kitaplardan okuduğumuz, tüylerimizi diken diken eden Alamut Kalesi'nin dibindeydik. Hasan Sabbah ve acımasız haşhaşi fedailerinin nefesini adeta ensemde hissediyordum. Bu his, tarifsizdi. Mutlaka kaleye çıkmalı, onların dokunduğu, yaşadığı bu yeri görmeliydim.
Tırmanış devam ettikçe, yoruluyor ve nefes almakta zorlanıyorduk. Yaklaşık 45 dakika sonra nihayet düz bir alana ulaştık. Aşağıdan bakarken varış noktamızın burası olduğunu sanmıştık, ama yanılmışız. Bu yalnızca yolun yarısıydı. Kalan yokuş ilkinden çok daha zorlu ve tehlikeliydi. Ayağımız kayarsa, yüzlerce metre aşağıya düşebilirdik. Bu durak, dinlenme için yapılmış bir noktaydı.
İkinci tırmanışı görünce korkuya kapıldım. Zaten nefes nefeseydik, nasıl tırmanacağız diye kara kara düşünmeye başladım. Ama buraya kadar gelmişken, kaleyi görmeden dönmek olmazdı. Tırmanmaya devam ettik.
Devamı gelecek..
Mevlüt Bayraktar / İran