Paşa Konağı’nda, üç metre ötemde üç adam oturuyordu. Orta yaşlardaydılar. Sıcak, samimi bir sohbet içindeydiler. Sözleri, beden dilleri, o doğal halleri ilgimi çekmişti. Dikkatim onlara kilitlenmişti. Saf ve temiz insanlara benziyorlardı. Üzerlerindeki giysiler, konuşmalarındaki aksan, onların buranın yabancısı olduğunu ve belki de ilk kez Paşa Konağı’na adım attıklarını ele veriyordu.
İçlerinden biri bir ara lavaboya gitmek için kalktı. Eski lavabolara doğru yöneldi. Aradan birkaç dakika geçti ve adam şaşkınlık içinde geri döndü. Sanki az önce aklına yatmayan bir şeyle karşılaşmış gibiydi. Yerine oturdu, başını arkadaşlarına doğru eğdi, önemli bir şey anlatacak gibi bir havaya büründü.
“Ya lavaboları tamir ediyorlar,” dedi, sesi biraz tedirgindi. “Orada çalışan biri bana ‘Diğer tarafa, aşağıya git’ dedi… Ama ben ne dediğini tam anlayamadım. Aşağı lavabo da nerede, onu hiç bilemedim…”
Arkadaşları pür dikkat dinlediler. Biri kaşlarını kaldırdı, gözleri hafifçe büyüdü.
“Hala, hala… Aşağıda lavabo mu var?”
“Demek varmış,” dedi diğeri, belli belirsiz bir gülümsemeyle. “Ama nerededir, onu bilemedik…”
“Burada çalışan birine soralım,” dedi üçüncü adam.
“Aynen, soralım,” diye onayladı diğeri.
Garsonu çağırdılar. Soruyu soran adam, aksanını hafifçe düzelterek, biraz daha şehirli gibi konuşmaya çalışarak:
“Ya burada nerede tuvalete gidebilirim? Gittim, orada çalışan usta ‘Aşağı lavabolara git’ dedi ama ben ne dediğini tam anlamadım…”
Garson başını salladı, elini uzatıp bahçede, yerin altına açılan merdivenleri gösterdi.
Adam, gösterilen yere doğru yöneldi. Onun arkasından, diğer iki arkadaşı merak dolu gözlerle bu macerayı izlemeye başladı. Sanki keşfe çıkan bir kâşifin dönüşünü bekliyor gibiydiler.
Derken, birkaç dakika sonra lavaboya giden adam geri geldi. Ama bu kez yüzünde büyük bir şaşkınlık ve tarifsiz bir heyecan vardı. Yerine oturur oturmaz anlatmaya başladı:
“Ya meğer aşağıda gerçekten tuvaletler varmış! Hem de yerin altında!”
Diğerleri gözlerini açarak birbirlerine baktılar.
“Tuvalet yerin altında mıymış?” diye sordu biri, inanmakta zorlanarak.
“Evet, hem de birkaç tane! Kadınlarınki de var, erkeklerin de… Yan yana yapılmış, kocaman bir yer!”
Adam anlatırken gözleri parlıyordu. Yeni bir şey keşfetmenin, beklenmedik bir şeye tanık olmanın sevinci yüzüne yansımıştı. Anlattıkça kahkaha atıyor, bazen gözlerini kısarak düşündüğü sahneyi kafasında yeniden canlandırıyor, sonra tekrar gülüyordu.
O anlatmaya devam ettikçe, diğerleri de büyülenmiş gibi onu dinliyordu. Sanki lavaboları değil de yeraltında gizli bir hazineyi anlatıyordu. Hiç sıkılmadan, hiç bıkmadan, en ince detayına kadar tarif ediyordu. Yaklaşık yarım saat boyunca bu sohbet sürdü.
Ve sonunda… diğer iki adam dayanamayıp lavaboları görmek için yerlerinden fırladılar.
Biraz sonra onlar da döndüler. Ama geldiklerinde yüzlerindeki ifadeden belliydi ki artık yalnızca dinleyen değil, keşfedenler olmuşlardı. Şaşkın, mutlu, hayret dolu bakışlarla birbirlerine bakarak güldüler. Yeni bir şey öğrenmiş olmanın verdiği heyecanla, içlerinde çocuksu bir kıpırtı vardı.
Onları izlerken düşündüm. İnsan, bazen en basit şeylerde bile büyük bir keşif duygusu yaşayabiliyor. Gözümüzün önünde olanı fark etmiyoruz belki, ta ki biri çıkıp “Biliyor musun, aşağıda bir dünya var!” diyene kadar…
Ve belki de hayat tam olarak böyle bir şey… Bize çok sıradan gelen şeyler, bir başkası için büyük bir keşif olabilir. Yeter ki bakmasını bilelim.
Mevlüt Bayraktar
09.02.2025/Siverek