Küçük bir parkta, bankın bir ucunda ben, diğer ucunda o oturuyoruz. Üstü başı eski, gözleri uzaklara dalıp giden bir adam. Kimse yanına yaklaşmıyor. Ama ben yaklaşıyorum.
“Merhaba,” diyorum.
Başını çeviriyor, gözleri benimkilerle buluşuyor. Bir gülümseme beliriyor yüzünde. “Merhaba akıllı adam,” diyor. “Neden buradasın? Aklını mı kaybettin?”
Gülüyorum. “Belki de. Sen ne yapıyorsun burada?”
Ellerini havada dolaştırarak, görünmez bir şeyi tutuyormuş gibi yapıyor. “Zamanın kıyısında oturuyorum. İnsanlar geçiyor, kayboluyor. Ama ben buradayım. Bekliyorum.”
“Ne bekliyorsun?”
“Gerçeği.”
Kaşlarımı çatıyorum. “Gerçek mi? O nedir?”
Derin bir nefes alıyor. “Gerçek, gözlerini kapattığında seni rahatsız eden şeydir,” diyor. “İnsanlar çoğu zaman onu görmek istemez. Çünkü gerçek, hayallerden daha serttir. O yüzden yalanlar üretirler, kendi kurdukları masallara inanırlar. Para kazanırlar, mal mülk biriktirirler, isimlerini binalara yazarlar. Ama en sonunda hepsi toprağa karışır.”
“Peki, o zaman para, mal, mülk anlamsız mı?”
Başını iki yana sallıyor. “Hayır, anlamsız değil. Ama sadece bir araç. İnsanlar aracı amaç sanıyor. Düşünsene, bir adam yola çıkıyor, arabası var. Arabası o kadar güzel ki, yolculuğu unutuyor. Hep arabaya bakıyor, onu cilalıyor, lastiklerini değiştiriyor. Ama hiç yol almıyor. Sonra bir gün fark ediyor ki, aslında hiç ilerlememiş. Para ve mal mülk de böyle işte. İnsanlar onları bir araç olarak kullanmak yerine, onlara sahip olmak için yaşıyor. Ve sonunda yolun başında öldüklerini anlıyorlar.”
Sözleri içimde yankılanıyor. Ben de bazen böyle hissetmiyor muyum? Daha fazlasını istemek, daha iyisini almak, ama neden?
“Peki ya arkadaşlık? İnsanlar yalnız kalmamak için dostlar edinir. Onlar gerçek mi?”
Gözlerini kısıyor, düşünceli bir ifadeyle bakıyor. “Gerçek dostluk, gölge gibidir,” diyor. “Güneş vurduğunda yanındadır, ama gece olduğunda kaybolur. İnsanlar çoğu zaman kendilerini iyi hissettiren dostlar ister. Ama gerçek dost, sana seni gösterendir. Eğrini de doğrunu da yüzüne söyler. O yüzden insanlar gerçek dostlardan kaçar, çünkü aynada kendilerini görmek istemezler.”
Yutkunuyorum. Kendi dostlarımı düşünüyorum. Kaçı gerçekten yanımda, kaçı yalnız kalmamak için bir arada?
“Peki, doğru ve eğri yol nedir?” diye soruyorum.
Gözleri ışıldıyor. “Güzel soru,” diyor. “Ama yanlış soruyorsun. Doğru ve eğri yol yoktur, sadece yürüyen insan vardır. Herkes kendi yolunu çizer. Birine doğru gelen, diğerine eğri olabilir. Ama en büyük hata, başkasının yolunda yürümektir. Eğer kendi yolunu çizmezsen, başkalarının ayak izlerinden yürümeye mahkum olursun.”
Başımı önüme eğiyorum. Kendim için mi yürüyorum, yoksa bana gösterilen yolu mu takip ediyorum?
Bir süre sessizlik oluyor. O cebinden buruşturulmuş bir kağıt çıkarıyor ve elime veriyor. Üzerinde şu cümle yazılı:
“Gerçek, bazen en büyük yalandır. Çünkü insanlar onu görmek istemez.”
Sonra hafifçe gülümsüyor, yerinden kalkıyor ve yürümeye başlıyor. Ardımdan dönüp bakmıyorum. Çünkü artık biliyorum: Onu görebilmek için gözlerimi değil, zihnimi açmam gerekiyor.
Mevlüt Bayraktar
09.02.2025 /Siverek